saat

hıdırlarköyü

kizilcahamamtarihce

hıdırlarköyü

TÜRKLERDEN ÖNCE KIZILCAHAMAM

Ankara-Dışkapı’da bulunan Roma Hamamı ve Hacı Bayram Camii yanındaki Ogüst Tapınağı harabeleri, Arkeoloji Müzesinde sergilenen buluntular yanında, ilçemiz sınırları içinde bulunan Başköy Kalesi, Mahkeme Ağacin kilise mağaraları, Akdoğan Köyü kazıları, Saray köyü Roma harabesi, Seyhamamı’ ndaki eski kilise, genel olarak Ankara ve münhâsıran Yabanabad tarihinin ilkçağlara kadar uzandığını, o devirlerde önemli bir yerleşim yeri olduğu konusunda bir fikir veriyor.

Ankara ve Yabanabad bölgesinin, suları, tabii güzelliği ve insanın temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek ziraî çalışmalara imkân veren toprağı ile sadece yerleşim yeri olarak kalmayıp, İlkçağda Ortadoğu’ nun en önemli stratejik unsuru olan Kral Yolu’nun üzerinde bulunmasından dolayı önemli bir konaklama merkezi olduğu da bir gerçekdir. Asya-Avrupa arası göç, ticarî ve askerî seferler sırasında da çok önemli bir uğrak merkezi olan Yabanabad’ dan, Kargasekmez ve Azaphane geçitleri ile kuzeye, Özboyu (Kirmir vadisi) ile de batıya ulaşmak mümkün olmuştur. (Bugün uluslararası iki karayolu da –E-5 ve E-89-Kızılcahamam’dan geçerek, bölgenin halâ önemli bir geçit ve uğrak yeri olduğunu âdeta tasdik eder.)

Genel olarak 20. Asrın başlarında Ankara civarında eski medeniyet izlerinin nisbeten yer üzerinde bulunduğu; Çubuk, Maltepe, Üreğil, Atatürk Orman Çiftliği, Ergazi, Bağlum, Karaoğlan, Güdül, Ahlatlıbel ve Eti Yokuşu gibi mevkilerde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan yapı, araç-gereç ve yazılı belgelerden, Ankara ve çevresinde Kalkolotik ve Bakır Çağı’na ait iskan izleri görülüyor.

Şehrin bazı yerlerinde Paleolotik devir taş aletlerİ ve kalenin eteğinde Neolitik devİr el baltası bulunması, buranın o dönemde iskân edildiğini gösteriyor. Çıkarılan belgelerin okunmasından, çevrede köyler kurulduğu, hayvanların evcilleştirildiği, tarım ve kısmen dokumacılıkla uğraşıldığı anlaşılmaktadır.

Ayrıca yapılan araştırmalarda ilçemiz Çeştepe köyünün Paleolotik devirde yerleşim yeri olduğu görülüyor.

M.Ö. 2. Bin yıl başlarında, önce Asurlular’ın Orta Anadolu’da ticarî koloniler kurduğu, ardından Hitit’lerin gelip, Hatusas (Boğazköy) merkez olmak üzere Ankara ve çevresine hâkim oldukları görülür. Akdoğan köyü ve dolaylarında Prof. Dr. Muzaffer Şenyürek’in yaptığı araştırma ve kazı bulgularından, Hititlerin bölgede ve Kirmir vadisi tabanında yaşamış oldukları tesbit edilmiştir. Fakat bu araştırmacı ilim adamının tesbitleri yayınlanmadan, bir uçak kazasında vefat ettiği için bölgemizin tarihi hakkında daha fazla bilgi edinebilmek şu an için mümkün olamamıştır.

Hititlerden sonra, M.Ö. IX. Asırda Frigyalılar, merkez Gordiyon (Polatlı yakınlarında ) olmak üzere, Manisa, Afyon, Ankara ve Konya’yı içine alan ve Malatya’ya kadar uzanan bir bölgede hâkimiyet kurarlar. Ankara bu dönemde (M.Ö.VII-VII asır) muhtemelen kale ve etrafına kurulmuştur.

Arkeolojik buluntulara göre Ankara tarihi Friglerle başlar. Hacı Bayram Tepesi zirve olmak üzere, hal civarından, Çankırıkapı ve Dışkapı’ya kadar olan kısım bir Frig höyüğü olup, Anıtkabir, Bahçelievler ve Çiftlik tümülüsleri (Yığma tepe) asillerin, istasyon civarı ise halkın mezarlığıdır. Gerek mezar tümülüslerinin büyüklüğü, gerekse içindeki eşyanın zenginliği Ankara’nın önemli bir Prenslik olduğunu ortaya koyar.

Bu tablo Ankara ve çevresinin Frigler tarafından iskân edildiğini göstermiş olmasına karşı, Yabanabad’ da iskânı gösteren fazla bir ize rastlanmıyor. Bunun için özellikle Kızılcahamam’da iskânın olabileceği kanaatinde olduğumuz Özboyu’nun (Kirmir Vadisi) Güdül’e kadar araştırılması gerekmektedir. Çünkü 1463 tarihli tahrir defterine göre Güdül’e bağlı Keşanuz (Yeşilöz) ve Erkeksu köylerinde Rum halkın bulunduğu görülmektedir.

Ankara’ya çeşitli dönemlerde “Ankrya, Angora, Engürü” gibi isimlerin ne zaman ve kimler tarafından konduğu bilinmiyor. Bizans kaynaklarında, Galatlar’ın Mısırlılara kazandığı bir deniz zaferi şerefine bu şehri kurduklarını ve zaferin nişânesi olarak Mısırlılardan ele geçirdikleri bir gemi çapasından dolayı, ismini Ankrya koydukları belirtiliyor. (Ank-Grekçe-=Çengel ve kıvrımlı. Gemi çapasının da çengelli ve kıvrımlı olması, bu görüşü kuvvetlendiriyor)

M.Ö. VII asrın ortalarında Doğu Anadolu’ya gelen İskitler, buradaki Urartu’ ların karşı koymaları ile Orta Anadolu’ya yönelirler. Gordiyon’u tahrip ederek Frigya Devleti’ni yıkarlar ve VII asrın ilk çeyreğinden itibaren Ankara ve çevresinde belli bir süre devam edecek bir hâkimiyet kurarlar.

İskitler’den sonra Ankara ve çevresi, M.Ö. 547’den itibaren Lidya hakimiyeti altına girer. Fakat İran’dan gelen Pers’lerin saldırması sonucu, başkentleri Sard’ (Manisa’nın ilçesi Sardmahmud) a kadar çekilirler ve yenilirler. Özellikle bu dönemde kullanılan Kral Yolu’un, Ankara’dan geçtiğini yukarıda belirtmiştik.

Pers hakimiyeti, Makedonyalı Büyük İskender’in, Doğu Seferi için Anadolu’ya gelişine kadar devam eder. Kral Yolu ile Gordion’a uğrayan Büyük İskender, burada bir kış geçirerek, M.Ö. 333 yılı baharında, Ankara’ya gelip yaza kadar Pers ordusunu bekler. Daha sonra da Doğu seferine devam etmek üzere, aynı yol ile güneye inerek, Torosları aşar.

Büyük İskender’in hâkimiyetinin ardından, M.Ö 281 yılından itibaren bu sefer de yağmacı ve çapulcu bir Avrupa kavmi olan Galatlar, Balkanlar’ dan Anadolu bozkırlarına gelerek, çobanlık yaptıkları Fransa ve Güney Almanya gibi kendi memleketlerine benzettikleri Ankara ve çevresini uygun bulup bu çevrede Galatya adıyla bir devlet kurarlar. Fakat Anadolu’nun yerleşik halkı bu barbar kavmi Romalılar’a şikâyet edince M.Ö. 188 de Roma Konsülü Manliyüs Vulsa Galatları yener ve, bir daha yağmacılık yapmamaları şartı ile barış yapılır. Bu şekilde II.Asrın başlarından itibaren bu bölgede siyasî birliği yeniden kuran Romalılar, Ankara ve çevresinin coğrafî önemi ve ticarî yollar üzerinde bulunması sebebiyle, Galatya’yı bir Roma eyaleti haline getirirler ve Ankara’yı da bu eyaletin başkenti yaparlar. (M.Ö. 25) Galatya bu şekilde kurulduktan sonra Yabanâbad, kuzeyde merkezi Gangra (Çankırı) olan Paflagonya Eyaleti sınırları içinde yer alır.

Ankara M.S.(188) II.Asırdan itibaren, Roma ile kurulan sıkı ilişkilerin de sonucu yavaş yavaş büyüyüp gelişir ve en parlak dönemini yaşar.

M.Ö. 391 de Roma üzerine yüklenerek bir koldan Antakya’ya, başka bir koldan da Galatya’ya kadar dayanıp (M.Ö.395-398) Ankara civarına gelen Hunlar’ın, Yabanabad’a gelip gelmedikleri konusunda bir bilgi yok.

M.S. 515/516 yıllarında Sabar (Sibir) Türkleri Anadolu’ya girerek Kayseri, Konya ve Ankara civarlarına akınlar yaparak pek çok ganimet alırlar.

M.Ö. 395 de Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılması ile, Doğu Roma (Bizans) hâkimiyet sahası içinde kalan Ankara (ve Yabanâbad), VII. Asır başlarında Sasâniler’in Anadolu’ya düzenledikleri seferler sonucu, 620 yılında hükümdar II.Hüsrev tarafından ele geçirilirse de, kısa bir süre sonra (627) Bizans Hükümdarı Heraklius tarafından geri alınır.

Bu yıllardan itibaren, Arap Devletleri İstanbul’u almak için Anadolu’ya sayısız sefer düzenlediler. Bu amacın gerçekleşmesi için,önemli bir geçit üzerinde bulunan Ankara ve Yabanabad’dan geçmek gerektiğinden, bölge Malazgirt Zaferi’ne kadar Bizans ve Araplar arasında sürekli el değiştirir. Ankara bu dönemde Müslüman Araplar tarafından Engürü veya diye anılır. Halkın Ankrya sözünü, Farsca üzüm demek olan “Engürü”ye benzetmesi sonucu bu ismi verdiği anlaşılmaktadır.

Şehir Araplar tarafından ilk olarak 654 de işgal edilirse de bir süre sonra Bizans tarafından geri alınır. VIII. asır sonlarına kadar Bizans hâkimiyetinde kalan ve devamlı akınlarla oldukça zayıflayan Ankara, 838 de Halife El-Mu’tasım tarafından zapdedilerek, baştanbaşa yıkılıp yağma edilir. Bundan sonra İslâm ordularının, İstanbul’a ulaşmak için, Yabanabad (Kargasekmez, Azaphane ve Kirmir vadisi) geçitlerini kullanmış olduklarını söyleyebiliriz.

Derleyen...: Davut ARAÇ
 










Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol